recent posts

banner image

Armut Piş Ağzıma Düş


Ekim ayı gelmiş, kış kendini yavaş yavaş hissettirmeye başlamıştı. Bir sıcak bir soğuk olan ve aniden yağmur yağan bu havaları çoğu insan sevmezdi. Aslı ise tam bir sonbahar aşığıydı. Belki sonbaharda doğduğu için... Belki de hayatındaki güzel şeylerin başlangıcı bu aylara denk geldiği için... Kendisi de neden bu kadar sevdiğini bilmiyordu. Ama eylül ve ekim ayları yaklaşmaya başladığında içini tarif edemediği bir huzur kaplardı. Bu sene ise sonbaharın getirdiği huzurun yanında içini kıpır kıpır eden bir gelişme vardı. Birkaç gün sonra evleniyordu! Biraz kaygı ve korku, biraz hem eve hem işe nasıl yetişeceğim telaşı, biraz da ailesinden ayrılacak olmanın hüznü ile gün sayıyordu. Mutluydu mutlu olmasına ama hayatının ne kadar değişeceğinin de farkındaydı. Evliliğin getireceği zorlukları da düşünerek kendisini hayatının yeni sayfasına hazırlıyordu. 

Sayılı gün çabuk geçer ya, güzel bir düğün ve tatilin ardından, Aslı ve Cihan için yeni evlilik hayatları başladı. Aslı evlenmeden önce kendini evliliğin zorluklarına dair ne kadar hazırladığını düşünürse düşünsün evlendikten birkaç hafta sonra arkadaşına söylediği şey şuydu: “Ben zor olduğunu biliyordum ama düşündüğümden daha zormuş…” Çalışan bir kadın olduğu için haftanın beş günü işteydi. İşten yorgun argın geldikten sonra bir de evi çekip çevirmek, yemek yapmak veya eşiyle ilgilenmek çok zordu. Ne kadar üzücü bir halde olduğunu hatırlatıyordu kendisine sabahları. Ne kadar zorlandığını düşünüyor, şikâyet ediyordu. Kendisine acıyarak içten içe söyleniyordu. “Şu haline bak… Sabahın köründe işe gidiyorsun. Tüm gün iştesin, gün ışığı görmüyorsun. Evden hava karanlıkken çıkıp, karardıktan sonra giriyorsun. Senin mesain de bitmiyor ki, bu sefer ev işleri başlıyor. Nasıl bir hayat bu?” Zihni hemen bekarlık zamanındaki hayatıyla şimdiki hayatını kıyasladı. Eskiden olsa annesi mis gibi yemek kokularıyla karşılar, elini suya sokmasına izin vermezdi. Tek bir görevi vardı: işe gitmek. Sonrasında hem sosyalleşmesine hem de diğer işlerini halletmesine bolca vakti olurdu. Şimdi ise aynaya en son ne zaman baktığını hatırlamakta zorlanıyordu. Artık ne armut pişiyor ne de ağzına düşüyordu. Hayatındaki tempo öyle yüksekti ki, bazen zihni o hıza yetişemiyordu. 

Zaman su gibi akıyordu. Zorlukla beraber gelen kolaylığın ne demek olduğunu anlamaya başlamıştı. Evliliğin başlangıcında sık sık bekar olduğu zamanlarını özlerken, son zamanlarda artık alıştığını fark etti. Evleneli aşağı yukarı bir sene olmuştu. Evlilik hayatının zorlukları, imkansızlıkları, zamansızlıkları yerini yavaş yavaş kendi evini çekip çevirmekte olan becerikli bir Aslı’ya bırakmıştı. İlk zamanlar eve geldikten sonra yemek yapması iki saati bulurken, önceden yaptığı birkaç hazırlık ve pratikleşmesiyle bu süre yarım saate kadar düştü. Dar vakitlerde temizliği, hızlıca ütüyü yapabilmeyi, zamanını verimli kullanmayı öğrendi. Geçen sene bu zamanları düşündü. Zorlanacağı için ne kadar korkmuş ne kadar çekinerek almıştı evlilik kararını. Korktuğu gibi de olmuş, çok zorlanmıştı. Sayısız kez düşmüş, ağlamış ve düştüğü yerden tekrar kalkmıştı. Şimdi o zorlanmalarla yetişmiş olan yeni Aslı’dan o kadar memnundu ki. Hayatta her şeyi yapabilecek kadar güçlü hissediyordu kendini. Çok marifetlenmiş, kendisine daha önce sahip olmadığı birçok yeni özellik katmıştı. Her seçim yeni bir sınav sahasını da beraberinde getiriyordu ancak doğru tepkiler vermeyi bilen için de bu yeni bir beceri, daha güçlü bir “Ben” demekti.

Arkadaşının “Sana iyi gelecek bir seminer programı var, bir gelsen ya…” dediği programa gidecek zamanı bile bulmuştu. Gittiği seminerde insanın elindeki imkanları azaldığında marifetlerinin artacağından bahsedilmişti. Aslı bunu duyduğuna çok şaşırmıştı çünkü birebir yaşadığı ve şahit olduğu bir şeydi bu. Zamanı azaldıkça o az zamanı değerlendirme marifeti artmıştı. İnsan geniş zamanlarda yapamadığı şeyleri çok sınırlı olan vakitlerde yapmayı öğrendiğinde marifetlenmeye de başlıyordu gerçekten.

Aklına gelen o an, Aslı’yı tebessüm ettirdi. “İyi ki gitmişim o seminere…” diye geçirdi içinden. Bir sonraki eğitimlere devam etmek için heyecanla bekliyordu. Hayatında anlık zorlandığı adımları attıktan sonra kendisine ne kadar iyi gelen yollara çıktığını bir kez daha görmüştü. “İyi ki evliliğin zorluğu beni adım atmaktan alıkoymamış. İyi ki zor diye vazgeçmemişim.” dedi. Hayatındaki iyi ki’ler hep bir zorlanmanın peşine gelmişti. 

Gerçekten öyleydi: Hayattaki güzel olan tüm karşılıklar insan biraz zorlandıktan sonra ona veriliyordu. “Armut piş, ağzıma düş!” Hayat bu şekilde yürümüyordu… Marifet, imkansızlıkların ardından geliyordu. O imkansızlıkların getirdiği zorluklarda vazgeçmeyip çözüm üretmek için çaba harcadığımız müddetçe… 

Deneyimsel Tasarım Öğretisi, gerçeklikle beslenen bir strateji ilmidir.

Deneyimsel Tasarım Öğretisi; insanın gerçek amacını amaç edinmiştir…
Kim Kimdir ile başlayan, İlişkilerde Ustalık ve Başarı Psikolojisi ile devam eden programları; insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.

"İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri
En büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi. 
Aynadaki kişi...
Tek başına neler yapabileceğini keşfet!" 

Armut Piş Ağzıma Düş Armut Piş Ağzıma Düş Reviewed by Deneyimsel Tasarım Öğretisi on Aralık 23, 2024 Rating: 5

3 yorum:

  1. İşin başındaki zorluğun geçilmesi gerekilen bir etap olduğunu bilmek ne güzel konfor :)

    YanıtlaSil
  2. Kaleminize sağlık🌸

    YanıtlaSil
  3. Ayşe Betül16 Ocak 2025 20:27

    Maalesef her insanın bazen düştüğü ben rahat edeyim ama en güzel imkanlar bende olsun isteği. Hep imkanları artırayıp mutlu olacağını zannetmek. Çok güzel bir yazı. Çok teşekkürler.

    YanıtlaSil

Blogger tarafından desteklenmektedir.