Çocukları okula bırakıp eve dönerken gözüme takıldı o ufaklık. Sırtında kendi kadar bir çantayla yürüyordu, üstü başı çok iyi görünmüyordu, hatta hava soğuk olmasına rağmen üzerindekiler çok inceydi. Çaktırmadan ayakkabımı bağlıyormuş gibi eğildim, yanımdan geçip gidince de peşinden gitmeye başladım. Çocuklarımla aynı okula girdi. Tam okula girip peşi sıra gidip sınıfını öğrenecektim ki "Mehtap!" Sesiyle irkildim.
"Aa Aslı naber?"
Bizim veli grubundan bir anneydi. Okul kahvaltısında tanışmıştık.
"Canım ne yapıyorsun, vaktin var mı bir kahve içelim." dedi Aslı ve ben o sırada ufaklığın hangi sınıfa girdiğini göremedim.
"Olur Aslıcım, güzel olur." derken düşünceli görünüyor olmalıydım ki sordu Aslı: "İyi misin?"
"İyiyim canım, birine bakıyordum göremedim aklım takıldı."
‘’Sonra okul müdürüne uğrarım, ya da belki tekrar görürüm.’’ diye düşündüm.
Aslı’yla kahve sonrası vedalaşıp ayrıldıktan sonra nedense eve gidesim gelmedi. Aklım hala o çocuktaydı. Daha önce de ihtiyaçları olan çocuklara el uzatmışlığım vardı ama bu sefer değişik bir hüzün dolduruyordu içimi... Denizin kenarındaki banka oturdum ve eski günlere daldım.
Ailem bir dönem fakirdi benim. Yeni bir kıyafetim olduğunu bilmem. Ya da ayakkabım. Hep şurdan burdan, abimin montu, ablamın hırkası, komşunun ayakkabısı... Bazı günler olurdu çocuklar kantinden ekmek arası patates kızartması alırdı, tost alırdı, nasıl güzel kokardı ama ben alamazdım. Hatta bazı günler o kadar paramız olmazdı ki günde bir öğün yerdik. Onu da biz yerdik annem babam ‘’Biz zaten yemiştik.’’ derlerdi. Ahh annem, babam... Yıllar sonra anlıyorsun tabii yemediklerini.
Zor günlerdi. Ben en küçük olmama rağmen iliklerime kadar parasızlığı hissetmiştim. Ama öyle garip şeyler olurdu ki ben korunup kollandığımı hissederdim. Gerçekten bu hayatta ihtiyacı olanın ihtiyacı bir şekilde gideriliyordu. Bir gün çantamda bir şıngırtı duyardım mesela, ne acaba diye bakınca para bulurdum. "Babam koymuş yaşasın!" diye sevinir, bir şeyler yerdim kantinde arkadaşlarımla beraber. Bir gün çantamdan bir poşetin içinde güzel ayakkabılar çıkmıştı... Tam da yarılan ayakkabıdan giren kar sularıyla ayaklarımın donduğu bir günde... Hem de tam ayağıma göreydi, ne kadar sevinmiştim. Ama utandığımdan soramamıştım kim bıraktı bunu diye. Sonra bir gün eve giderken ablama demiştim ki "Kız abla... Çok açım ondan herhâlde, tavuk döner kokusu alıyorum." Ablam da "Mehtap sen dedin bak şimdi ben de diyordum ki ne kokuyor? Senden geliyor koku." Yoksa... Diye düşünüp heyecanla çantayı açınca bir poşetin içinde ekmek arası döner bırakıldığını görmüştüm. Ablamla hemen bölüşüp yemiştik öyle mutlu olmuştuk ki... Bunun gibi nicesi... Çantamdan çıkanlar bir şekilde tam ihtiyacımı karşılayan şeyler olurdu.
Hatırladıkça gözlerim dolmuştu. "Nereden nereye Mehtap." dedim kendi kendime. Sonra babam bir yerde nihayet iş bulmuştu. Ama birkaç yıl o fakirlik gerçekten belimizi bükmüştü. Çok şey de öğretmişti tabii. O dönem yaşanmasaydı belki bu kadar birbirine bağlı bir aile olur muyduk, bilmem. Yıllar yılları kovaladı ve ben çantama onları koyanı hiç bulamadım. Arkasından hep dua ettim.
O ufaklık ve o çanta beni o günlere götürmüştü işte. Aynı böyle koca bir çanta takardım. Komşumuzun oğlu liseye geçince yeni çanta almışlardı ona. Ben de onun eski çantasını almıştım. Belki küçük bir çantam olsaydı içine onları koyamazlardı. Her işte bir hayır var.
Yıllar geçti o günlerin üzerinden.
Sonra bir pazar günü aldığım gazetenin ekinde ara sayfalarda olan bir röportajı okumaya başlamıştım.
Gönüllere taht kurmuş, ihtiyaçlı herkesin elinden tutmuş olan bu kadının röportajına beni kitleyen şey gözleriydi. Bir aşinalık hissetmiştim. Yoksa sayfayı çevirip geçebilirdim...
"Yardım Meleği Zehra"
"Nasıl başladınız bu işlere Zehra Hanım?" Sorusunun cevabını okurken gördüklerime inanamadım. Oydu işte. Yıllarca arkasından dua ettiğim, yanımda oturan, bizim okula dönemin ortasında gelmişti. Sarı saçları ve güzel renkli gözleri vardı. Çok güzel yakalar takardı, saçları tepeden toplu olurdu. Anlatıyordu işte, bendim o.
"İlkokulda yanımda bir kız otururdu dayanamazdım haline harçlığımı çantasına atardım. Bazen yemek alırdım onun bakışını görürdüm aç olduğunu anlardım, versem almazdı..."
"Almazdım doğru..." diye tasdikledim onu göz yaşları içerisinde.
"Ben de çantasına bırakırdım."
Okuduklarıma inanamamıştım, ağlamıştım tüm gün. Yıllar sonra ulaşıp sesini duyup teşekkür etmiştim. Belli ki bu Zehra’nın güçlü yanıydı, desteklenmişti. O da bunu kendine görev edinip yaşam amacına dönüştürmüştü. Bulunduğu kulvarda en iyilerden olmuş belli ki hayat onu nerelere getirmişti.
Peki ya ben? Yıllarca ona dua etmiştim ama hiçbir çocuğun elinden tutmaya çalışmamıştım... Kendi hayat koşturmacamda bunu düşünememiştim. Ama o yazıyı görmek, Zehra'yla yeniden konuşmak benim için tabiri caizse milat olmuştu. O günden beridir hayatta yeni bir misyonum vardı artık. Bana yapılan bu yardımın karşılığını ben de insanlara yardım ederek verecektim.
Öyle ya, iyiliğin karşılığı iyilikten başka bir şey midir?
Ayağa kalktım, okulun çıkış saati yaklaşmıştı, çıkış kapısına doğru yürümeye başladım.
"Tanışalım bakalım kimmiş bu koca çantalı ufaklık..."
insanı bu hayatta merhameti onun RAB ile bağını kuvvetlendiren önemli bir araç zira yaratandan bir damladır..ve insanı yeşertir..kaleminize sağlık💐
YanıtlaSilinsan unutmadığında, kalbine düşenleri hayata ufak ufak geçirdiğinde, sorumluluk aldığında; yükselişini kim durdurabilir ki...
YanıtlaSilInsanı alıp götüren bir yazı...
YanıtlaSilÇocukluğumun sahneleri geldi gözümün önüne 😊
👏
YanıtlaSil