Ayşe, balkondan kendisine bakmakta olan ananesine öpücük verdi ve el salladı.
-Hadi gir içeriye üşüteceksin, yine geleceğiz merak etme demeyi de ihmal etmedi. Yaşlı kadın da torununa el salladı. Gözünde biriken gözyaşının akmasına engel olamamıştı. Sevdiklerine göstermemek için de alelacele içeri girdi. Ama Ayşe, sanki onun duygularını hissetmiş ve annesine:
-Anne niye anneannem bizimle gelmiyor? Ben çok üzülüyorum onu böyle bir başına bırakıp giderken.
-Kendi evini bırakmak istemiyor kızım. Zorla da götüremeyiz ki, anılarına çok bağlı biliyorsun. Eskimiş, kenarı kırılmış vazoyu atmak istedin de sana nasıl sitem etti hatırlasana. Hem biz doktor dayınla sürekli bunu konuşuyoruz. Yaşlı insanların mekân değişikliklerine uyum sağlamakta zorlandıklarını, bunalıma bile girebildiklerini söylüyor. Ne yapalım durabildiği kadar duracak, böyle ziyaret edeceğiz. En son noktada yanımıza alacağız. Sen dua et de iyi olsun.
-Ederim tabi ki anneciğim dedi Ayşe.
Yola çıktıklarının üzerinden bir saat geçmişti. Bir yerde mola verdiler ve anneannesinin hazırladığı yiyecekleri masaya çıkardılar. Babası sabah erkenden kalkıp “hadi anacığım şu gözlemelerinden yap da yiyelim” demişti. Hiç kıramazdı damadını, oğullarından ayrı tutmazdı.
Bazen takılırlardı “en çok damadını seviyorsun” diye. Ama o bunu hiç kabul etmez ve “hepinizi çok seviyorum” derdi. Eşi vefat edeli beş sene olmuştu. Onun ölümüne çok üzülmüş, bir süre kendisini toparlayamamıştı. Çocukları bu süreçte ona kol kanat germişti.
Güzel evlatlar yetiştirmişti. Dürüst, çalışkan, merhametli ve fedakâr olmasının karşılığını hayat ona vermişti. Evlatları da en az onun kadar iyi insanlardı. Bulunduğu yere güzellik katan fedakâr bir kadındı. Herkese yardım etmekten keyif alırdı.
Aslında aldığı keyif, sebep oluşturduğu şeyden kaynaklanıyordu. Bu yüzden de hiç yüksünmeden yapardı işlerini. Bu yaşına kadar çok sıkıntılar yaşamıştı ama hiç kimse onun ‘öf ‘bile dediğini duymamıştı. Çocukları küçükken nakış yaparak, dikiş dikerek evin geçimine katkısı olmuş. Sonra bir ara İlköğretimin açtığı okuma yazma seferberliğinde okula gitmiş ve okuma yazmayı öğrenmişti.
Eşi, kızının üniversiteye gitmesini hiç istememiş ama o bir şekilde ikna etmişti. Her zaman hareket halinde ve hep bir şeylerle uğraşan bir yapısı vardı. Bir keresinde Ayşe’ye bezden bebekler dikmişti, Ayşe çok mutlu olmuştu. Sadece çocuklarına, torunlarına karşı böyle değildi. Kim gelirse mutlaka eline bir şeyler sıkıştırırdı. Kimseyi eli boş göndermezdi.
Ayşe, küçüklüğünden hatırlıyordu, ananesinin pazarlarda tezgâh açıp bir şeyler sattığını. İstanbul’a gider Mahmutpaşa’dan ürünler alır ve oturduğu ilçenin semt pazarlarında satardı. İnsanların ihtiyaçları olan ama gidip alamayacakları ürünleri, pazarda onlara ulaşılabilir yapardı. Kıymet de bu değil miydi, ulaşılması güç bir eksikliği ulaşılabilir sunmak…
Doktor olan oğlunu böyle okutmuştu. O oğul, nice insana fayda veriyordu. Kızları, oğulları… Her biri çevresine fayda veren insanlardı. Onlara rol model olmuş, bulundukları yerin hakkını vermeyi, kıymetlendirmeyi öğretmişti. Asla israf etmez, eşyalarının, imkanlarının da kıymetini bilir, kıymet bilmeyi önemserdi. Çocuklarını da kıymet bilenler olarak yetiştirmeye gayret etmişti.
Onlar da en başta annelerinin olmak üzere kıymet bilen evlatlar oldular. Böylece aralarında bir bedel dengesi kurmayı başarmışlardı. Dört kardeşten kimin durumu uygun ise gider ev ihtiyaçlarını karşılardı. Hastane ve ilaç işleri doktor olan oğluna aitti. İki kızı temizlik, gıda gibi ihtiyaçları hallederlerdi. Diğer oğlu yanına gider, uzun dönem onunla kalırdı.
Bu son gidişlerinin üzerinden 4 yıl geçmişti. Ayşe şu an otuzlu yaşlarında idi ve ananesini hala çok özlüyordu. O gün eve döndüklerinde, arkalarından anneannesinin vefat haberini aldıklarında inanmak istememişti. Alel acele geri dönmüşlerdi.
Eve girdiklerinde komşular onları karşılamışlardı. Yerde beyaz çarşafın altında yatıyordu. Yüzü açıktı, saçlarının beyazı yüzüne vurmuştu sanki. Fakat o kadar huzurlu gözüküyordu ki. Ayşe onu öyle görünce hıçkırıklara boğularak ağlamıştı. Ölüm bizi sevdiklerimizden ayırıyordu. Fakat her doğum gibi ölüm de yaşamın bir gerçeği değil mi?
Ayşe, oturduğu yerde eski fotoğraflara bakarken O’nun ne kadar güzel bir insan olduğunu düşündü. Bir an gözlerini camdan dışarı çevirdi ağzından şu sözcükler döküldü.
“Ah Anneanneciğim ne tatlı kadındın sen, seni çok özlüyoruz. Miras olarak bıraktığın ne güzel öğretilerin oldu. Bize kendimizi hep çok kıymetli hissettirdin, kıymet bilmeyi öğrettin. Kıymet bilen kıymetlenir derdin. Sana bir şey diyeyim mi, kıymet bilenin hatırası da çok kıymetli… Hatıran da çok kıymetli, bilesin… ”
Kıymet ve kıymetlendirme bu kadar güzel anlatılabilirdi.💐kıymetlendirmeremediğimiz hiçbirşeye dokunmamak lazım.
YanıtlaSil